7 Şubat 2012 Salı

Babil'de Ölüm İstanbul'da Aşk / İskender Pala


Tarih, sanat, edebiyat, mitoloji ve elbette ki aşk... Tüm bunlar İskender Pala'nın usta kaleminde birleşince, bitmemesi için okumaya kıyamayacağımız bir yandan da uykularımızdan çalıp derinliğinde sabahlayacağımız bir eser çıkmış günyüzüne...

Bağdat-İstanbul hattında aşkı ateş ateşe; macerası nefes nefese bir roman. Bin bir gece masallarının rüya kenti Bağdat!.. Sokaklarında ilk yeniçerinin ayak izlerini bıraktığı çağda başlayan ilk aşk ve Fuzulî'nin şair yüreğine yansıyan lirizm...

Bir kitap doğuyor mehtaplı Dicle yamaçlarında ve şiir ile heyecan dize dize, beyit beyit işleniyor kitabın içine. Babil hazinelerinin kapılarını açacak sırlar ile Leyla'nın çılgını bir âşıkın buluşması... Bir kabukta çifte badem, iki gözde bir damla yaş, iki tende çarpan tek yürek. Zaman akarken büyüyor macera da, aşk da... Bağdat'tan İstanbul'a bir kovalamaca... 

Hırsızlar da düşüyor kitabın peşine, bilginler de. Birinciler Babilin altın İlah heykellerini, ikinciler uzay yolculuklarına açılan kapının anahtarını ele geçirmek istiyorlar. Birinciler yok etmek, ikinciler korumak istiyorlar kitabı. Babil'den bu yana her çağda yedi kişilik bir gizli teşkilatın koruduğu uzayın sırları. Bir hançerin kabzasında kan ve bir kitabın dizelerinde heyecan... 

Bir kitabın öyküsü L&M romanı. Kitabın peşinde iyilikler, cinayetler, entrikalar ve aşklar için koşan bilginler, hırsızlar, caniler ve şairler... 350 yılı kuşatan bir serüven. Roma, Londra, Paris, Kuzey ülkeleri, Halep ve Mısır... Bütün gizemiyle yaşayan kentlerin ölü yüzleri. Saraylar ve arka sokaklar... 

Şairlerin elinde dolaşan gizemler ve onların duyarlı kalplerinin birbirlerine oranla üstünlükleri, bunun sanatlarına yansıyışı. Tarihin koridorlarında birbirlerini alt etmek isteyen iyiler ve kötüler, aşklar ve acılar... 

Önce her şeyi tarihten almış İskender Pala. Sonra onlara kendi kurgusunu aşklarını ve heyecanını giyindirip olağanüstü bir roman ortaya koymuş. Eski mesnevileri andıran bir roman. Bir Divan edebiyatı uzmanının kendi sanatını dönüştürüp günümüze yansıttığı ayna...

*******************

Gök kubbenin altında insanın ruhunu soyan kötülükler ve giyindiren aşklar adına...

Doğu ak ejder yılında başladı yirmi üç bin yıllık gizem...

Uzayın sonsuzluğuna açılan kapıyı keşfe çıkmış bilge rahipler, uğruna topluca can verdikleri bir sırrın, binlerce yıl sonra, bir şair tarafından aşkın derin katmanlarına saklanarak korunacağını bilselerdi...

Siruş başlıklı murassa hançerin kabzasına parmak izlerini bırakanlar, daha avuçlarının sıcaklığı gitmeden hançer kınında kan biriktiğini bilselerdi...

Bağdat, İstanbul, Roma, Paris ve diğerleri; kıyılarına vuran yeni aşkın, bütün eski tarihlerini dolduracak yoğunlukta olduğunu bilselerdi...

Bilgeler, katiller, asiller ve sevgililer; ellerinde tuttukları kitabın alev almaya hazır bir aşk külçesine dönüşmek üzere olduğunu bilselerdi...

Şair, ipeksi dizeleri arasına hayaller gibi sakladığı şifrelerin hoyrat ellerde ihtirasla parçalandığını, sonsuzluk şarabına kadeh yaptığı gelincik yapraklarının kinle dağıtıldığını bilseydi?

Ve şimdi kim bilebilir neler olacağını,
Babil uyandığı zaman?!..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder