Rüya gibi bir İstanbul, ülkeler arası entrikalara yol açmış bir çiçek, zengin çağrışımlı bir Osmanlı tarihi, hep merak edilen saray ve aristokrasi, isyana kadar varan taşkınlıklarıyla fakir halk, sınır tanımayan bir eğlence ve zevk dünyası, bütün bunların arasında derin bir aşk hikâyesi ve korkunç bir cinayet...
Nefes nefese bir kovalamaca, heyecanlı bir macera...
Yine İskender Pala'nın usta kaleminden...
Lale ile acı gerçekler mutlu düşlere, paslı demirler parlak gümüşlere, yavuz bakışlar tatlı gülüşlere döner birden; lale ile uğruna can verilecek bir sevgili yaşar içimde.
Lale; bağıma taç ve ben ona muhtaç.
Kapa gözlerini ve dinle saki bir İstanbul lalesinin çığlıklarını duyuyor musun?!..
İstanbul'a çıkmayan bir lale yolu laleye çıkmayan bir İstanbul kadar kayıptır, yitiktir. Rüzgarları toplayan hüzünler aşklar yoksa İstanbul bahçelerinde ve bir kabir başında ışıklar yas tutar gibi laleler ağlar seher vakitlerinde.
Uyan saki lale devrindeyiz!..
Lale devrinde uyanıyoruz, yazarın bize “Uyan ey Sakî!” diye seslenmesiyle.
Gözlerimizi Lale Devri’nde açıyoruz.
Bir aşk cinayetiyle başlayan yolculuğumuzda bizlere kimler kimler eşlik ediyor. İshak Efendi, Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa, III. Ahmet ve gönünllerin şuh şairi Nedim.
Yolculuğa bir delinin ve bir aşığın başından geçenlerle başlıyorsunuz. Sonra mesele bir aşığın meselesinden çıkıp, bir İstanbul, bir imparatorluk meselesi haline geliyor.
700 yıl hüküm süren bir imparatorluğun belki de en hüzünlü 12 yılı konu oluyor romana. Belki de hüznün ve mutluluğun en fazla bir arada olduğu ve en fazla yollarının kesiştiği bir dönem.
İstanbul’un güzelliğinin zirveye ulaştığı, adının dillerden dillere dolaştığı bir dönem. İstanbul eğlencelerinin, Sadâbâd güzelliklerinin ve Lale’nin zirvesine ulaştığı bir dönem.
66 sualde bir cinayetin nasıl aydınlandığını, olayın sadece bir cinayet olmadığını okudukça görüyorsunuz. Sayfalar ilerledikçe siz de romanın içine giriyor, cinayeti çözmeye çalışan bir dedektif oluyorsunuz. Roman cinayetten uzaklaşıp aşkın derinliklerine girdikçe siz de cinayetten uzaklaşıyor ve gönlünüzde bir aşk acısı hissediyorsunuz.
Okuyanı kendine bağlayan bir roman. Adeta kahramanlarla birlikte yaşıyorsunuz olayları. Onların başına gelen bir şey sizi de derinden yaralıyor. Aşklarını derinden hissediyorsunuz. Bir lale soğanına, bir laleye verilen o anlamı siz de hissediyorsunuz hayatınızda.
Ayrıca yazarımız, sayfaların aralarına serpiştirdiği "-derkenar-"lar ile bizleri, başta Leyla ve Mecnun olmak üzere yüzyıllar önceki aşıkların yürek sızılarıyla hemhal ediyor...
Nefes nefese bir kovalamaca, heyecanlı bir macera...
Yine İskender Pala'nın usta kaleminden...
Lale ile acı gerçekler mutlu düşlere, paslı demirler parlak gümüşlere, yavuz bakışlar tatlı gülüşlere döner birden; lale ile uğruna can verilecek bir sevgili yaşar içimde.
Lale; bağıma taç ve ben ona muhtaç.
Kapa gözlerini ve dinle saki bir İstanbul lalesinin çığlıklarını duyuyor musun?!..
İstanbul'a çıkmayan bir lale yolu laleye çıkmayan bir İstanbul kadar kayıptır, yitiktir. Rüzgarları toplayan hüzünler aşklar yoksa İstanbul bahçelerinde ve bir kabir başında ışıklar yas tutar gibi laleler ağlar seher vakitlerinde.
Uyan saki lale devrindeyiz!..
Lale devrinde uyanıyoruz, yazarın bize “Uyan ey Sakî!” diye seslenmesiyle.
Gözlerimizi Lale Devri’nde açıyoruz.
Bir aşk cinayetiyle başlayan yolculuğumuzda bizlere kimler kimler eşlik ediyor. İshak Efendi, Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa, III. Ahmet ve gönünllerin şuh şairi Nedim.
Yolculuğa bir delinin ve bir aşığın başından geçenlerle başlıyorsunuz. Sonra mesele bir aşığın meselesinden çıkıp, bir İstanbul, bir imparatorluk meselesi haline geliyor.
700 yıl hüküm süren bir imparatorluğun belki de en hüzünlü 12 yılı konu oluyor romana. Belki de hüznün ve mutluluğun en fazla bir arada olduğu ve en fazla yollarının kesiştiği bir dönem.
İstanbul’un güzelliğinin zirveye ulaştığı, adının dillerden dillere dolaştığı bir dönem. İstanbul eğlencelerinin, Sadâbâd güzelliklerinin ve Lale’nin zirvesine ulaştığı bir dönem.
66 sualde bir cinayetin nasıl aydınlandığını, olayın sadece bir cinayet olmadığını okudukça görüyorsunuz. Sayfalar ilerledikçe siz de romanın içine giriyor, cinayeti çözmeye çalışan bir dedektif oluyorsunuz. Roman cinayetten uzaklaşıp aşkın derinliklerine girdikçe siz de cinayetten uzaklaşıyor ve gönlünüzde bir aşk acısı hissediyorsunuz.
Okuyanı kendine bağlayan bir roman. Adeta kahramanlarla birlikte yaşıyorsunuz olayları. Onların başına gelen bir şey sizi de derinden yaralıyor. Aşklarını derinden hissediyorsunuz. Bir lale soğanına, bir laleye verilen o anlamı siz de hissediyorsunuz hayatınızda.
Ayrıca yazarımız, sayfaların aralarına serpiştirdiği "-derkenar-"lar ile bizleri, başta Leyla ve Mecnun olmak üzere yüzyıllar önceki aşıkların yürek sızılarıyla hemhal ediyor...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder